Adına aşina olduğumuz Hollandalı filozof Spinoza’nın Ethika adlı eserindeki aklın ve duyguların etkileşimine dair önermelerinde duygularımız üzerinde mutlak hakimiyetimizin olamayacağını savunur (Spinoza, 2016). Burada savunduğu edilgin duyguları bulanık olarak niteler fakat bu duyguları açık ve net bir şekilde tanımladığımız anda bu duygulara karşı hakimiyet gücümüz artar ve böylelikle zihnimizin daha az etkileneceğini söyler. Duygularına tamamıyla boyun eğen kimseleri de esaret altında acizler olarak niteler. Duygular vardır ve bu duyguları bastırmaya çalışmaktansa duygularımızı tanımak ve anlamlandırmak en akılcı çözüm olacaktır. Aynı zamanda Spinoza için duygu değişimleri, hissettiğimiz duygudan daha yoğun ve güçlü bir duygu ile mümkün olabileceğini savunur. Bir diğer deyişle yoğun üzüntünün kurtarıcısı yoğun sevinç ve neşedir.  

Duyguları anlamlandırmaya çalışmak modern dünyada yeni olan bir şey değil. Duygular hem düşünürlerin hem bilimin kaynağı olmuştur. Psikolojinin ise tahmin edeceğiniz üzere çekirdeğini oluşturuyor diyebiliriz. Zira insanları duygularından bağımsız olarak düşünmek makine tamiri yapmaktan farksız olacaktır. Evet hislerimiz var, peki bu hislerle ne yapacağım? Tanımlayabildiğimiz ne kadar duygu vardır? Sevinç, üzüntü, öfke, şaşkınlık, korku… Hayatımızın çoğunluğunda en fazla hissettiğimiz duygu hangisi olabilir? Negatife olan yanlılığımız bu soruya en çok üzüntü diye cevap verebilir. Hayatımın büyük bir bölümünü üzüntü, tükenmişlik ile geçirdim. Peki ya korku? Eğer hayatınızın çoğunu savaşta, toplama kamplarında veya temel ihtiyaçların karşılanmadığı tehlikelerin yoğunlukta olduğu bir çevrede büyümediyseniz korku hayatınızın ufak bir bölümünde olacaktır.  Buraya kadar her şey tamam iyi de o zaman neden yoğun bir şekilde kaygı duyuyorum, depresifim ve günün büyük bölümünde yorgun ve tükenmiş hissediyorum? Evet doğru, hem kendiniz için hem de dünya için bir dolu sebep sayabilirim. Ciddi bir psikolojik tanı veya akut olarak yaşadığınız travmatik yaşantınız yoksa uzun süre bu kadar mutsuz ve karamsar hissetmeniz bir illüzyon olabilir. Az önce bahsettiğim korku duygusunun biçim değiştirmiş hali olan kaygıyı yaşıyoruz hepimiz. Çünkü korku bizi tehlikelere karşı korur. Ama 21.yy’da bu çok da rasyonel bir yol değil. 

Bir arkadaşımı ziyaret etmek için İstanbul’a gitmiştim ve ilk defa uçak ile seyahat etmiştim. Tekrar eve dönerken ona uçaktan biraz korktuğumu söylediğimde bana uçağın düşme ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu istatiksel anlamda açıkladığında gerçekten rahatlamıştım. Korkular, kaygılar hepsi cepte peki olumlu duygular nerede? Azıcık mutluluk yaşadıktan sonra neden etkisi gidiyor? Olumsuz ve olumlu duyguların vücudumuzdaki etkileri aynı mıdır?

Araştırmacı Psikolog Barbara Fredrickson, negatif ve pozitif duyguların insanlarda yarattığı farklı etkilere dikkat çeken Genişletme ve İnşa Etme Teorisi ile alana yeni bir soluk getirmiştir (Carr, 2015). Bu teoriyi örneklerle şöyle anlatalım; tatilde köyde yaşayan babaannenizi ziyarete gittiğinizi hayal edin. Evde otururken pencereden şöyle bir dışarıya bakıp havanın ne kadar güzel olduğunu fark edip, yürüyüş yapmak üzere evden çıkıyorsunuz sakin sakin yürüyerek evden baya uzaklaştığınızı fark ettiğinizde güneş de batmak üzere. Bir koyun sürüsü önünüzden geçiyor ve tam telefonunuzu çıkarıp bu güzel anı ölümsüzleştirmek isterken sürüye bakan kocaman iki kangal köpeğin üzerinize doğru havlayarak koştuğunu fark ettiniz işte en temel ve ilkel duygularımızdan biri olan korku duygusu ve bizi hayatta tutmaya çalışan beynimiz sürekli sinyaller göndererek bizim dikkatimizi bir an önce oradan kaçmaya, vücudumuzu koşmak için hazırlamaya çalışıyor. O anda çevrede olan biteni fark etmek bir yana kendi isminizi bile unutacak bir şekilde dikkat ve eylem repertuarınız tek bir şeye odaklanır: Hayatta kalmak.

Teoriye döndüğümüzde, laboratuvar araştırmalarında negatif duyguları tetiklenen katılımcıların bölgesel görsel işlemeye daha yatkın oldukları gözlemlenmiştir. Yani eylemleri tek bir olayı çözmeye daha meyillidir. Diğer taraftan pozitif duyguları tetiklenen katılımcıların global görsel işleme daha yatkın oldukları görülmüştür. Olumlu duyguları derinlemesine yaşayan insanların düşünce-eylem repertuarları geniştir. Bunun anlamı önemlidir, çünkü zihnin nefes almasını sağlayan bu pozitif duyguları yaşamak algımızı genişletir, kişisel olarak dönüşüme olanak tanır. Zorluklara farklı alternatifler sunabilir. Spinoza için ise,

‘’Sevinç, bedenin etkime gücünü artıran ya da besleyen bir duygudur. Oysa keder bedenin etkime gücünü azaltan ve kısıtlayan bir duygudur; öyleyse sevinç kendiliğinden iyidir.’’ 

-Spinoza, Ethica, XLI. Önerme 

Gördüğünüz üzere Spinoza’nın yıllar önce bahsettiği sevinç duygusunun bedene etkisi bahsettiğim teori ile benzer nitelikler taşıyor. Pozitif duyguların, negatife oranla daha yoğun olduğunu da öne sürmüştür. 

Olumlu duygular başlığına dönecek olursak,

Neşe, Barbara Fredrickson‘ın tanımladığı 10 temel olumlu duygu var bunlar; neşe, minnettarlık, huzur, ilgi, umut, gurur, eğlence, ilham, huşu ve sevgidir.

Düşününce birkaç tanesi hariç hepsi aynı gibi gelse de hepsi tek tek meydana gelebilir veya birkaç tanesini beraber yaşayabilirsiniz. Negatif duygular anı kurtarır ve önemlidir, pozitif duygular ise kalıcı fırsatlar sunabilir. Bir duygunun diğerine üstünlüğü kesinlikle yoktur. Hepsi gereklidir ama negatif duygu yanlılığın baskınlığı daha çoktur. Dengelemek ise bize düşüyor. Ne hissettiğinize dair bir çıkarımsamada bulunamıyorsanız authentichappiness.upenn.edu sitesindeki test center bölümünde PANAS adlı testi çözüp negatif ve pozitif duygu dengenize dair bir self çıkarım yapabilirsiniz. Gerekli linklere kolayca ulaşmanız için bunları açıklama kısmına yazacağım. Bu testleri çözerken önerim, olabildiğince kendinize objektif yaklaşmanız. Böylece daha sağlıklı sonuç elde edebilirsiniz. Tabi ki bu denge çıkarımı sizin mutlak sonucunuz değildir, birkaç saat sonra bile ruh haliniz değişebilir. 

Mutluluk bir tercih midir adlı yazımda mutluluğun sır olmadığından ve üzerine çalışılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu çalışmayı zorlama ve baskılama olarak algılamayın, olumlu duygularınız üzerine çalışmanın kalıcı etkileri olabilir. Positive Psychology Progress araştırmasına göre her gece uyumadan önce gün içinde olan 3 güzel olayı, anı veya hissi 1 hafta boyunca yazan katılımcıların kontrol grubuna göre 6 ay sonra bile mutluluk seviyelerinin daha kalıcı ve aynı zamanda depresif duygu durumları daha uzun süreli olarak azalmış olduğu görüldü (Seligman, vd. 2005). Katılımcılardan bu etkinliği sadece 1 hafta yapmaları açıkça istense de bazıları buna devam etmiş ve 6 ay sonra bile kalıcı iyi ruh halini korumuş ve depresif duygu durumları deney öncesi duruma göre azalmıştı. Tabi ki bu araştırmadaki katılımcıların büyük bir çoğunluğunun eğitim durumu, etnisite, maddi kazanç bakımından avantajlı bir grupta yer almaları her araştırmada olduğu gibi bazı kısıtlılıkları beraberinde getirmiştir. Bu çalışmayı kendi hayatımda uyguluyorum ve çevreme de öneriyorum. Geri bildirimler tahmin ettiğimden daha iyi oluyor. Siz de bu etkinliği kendi hayatınızda deneyebilirsiniz. İlk birkaç gün bu 3 maddeyi bulmak zor olabiliyor. Ama olabildiğince basit düşünün. Benim geçen günlerde yazdığım 3 madde sizlere örnek olabilir: Günümü güzelleştiren 3 detay başlığı altında; ilki uzun süredir denediğim kahve kıvamının tam olarak tutması ve tadının muhteşem olması, ikincisi organik tarım kursuna başlamam ve son olarak izlediğim dizinin finalini değerlendirmek için arkadaşlarım ile uzun uzun konuşmuştuk. Ve bu yazıları daha sonra okumak bile eğlenceli olabiliyor. Yazmaya üşeniyorsanız uyumadan önce kendinize sayabilirsiniz.

Şimdi odağımızı olumlu duyguların etkileri dışında bir yere taşıyalım.

Tıp Fakültesini kazanmak isteyen ve akademik başarısı yüksek olan bir öğrenci bir gün Fizik hocasının kendisine 80 puan vermesini gerekçe göstererek öğretmenini bıçakladı (Goleman, 2011). Fizik öğretmeni neyse ki yaralanma ile durumu atlattı fakat gayet sevdiği ve derse katılımını çok beğendiği bu öğrencisinin sadece verdiği nottan dolayı bu kadar büyük bir tepki vermesini anlayamadı. Öğrencisi bu olay üzerine çokça vakit geçmesine rağmen kendisinden herhangi bir özür dilememiş, pişman olmamış ve hayatına devam etmişti. Yani bu davranışı anlık bir çıkış değildi. Duygusal zeka kavramının yaratıcısı olarak bilinen David Goleman’ın kitabından olan bu alıntıda, yüksek zekaya sahip her insanın her koşulda kişinin vicdani ve ahlaki olarak gelişmiş olamayabileceğini gösteriyor. Tabi buradaki örnek ekstrem bir olay. Vurgulamak istediğim konu sosyal olarak hayattaki insanlar ve kendimizle olan etkileşim-empati ve diğer becerilerimiz IQ ile yüzde yüz uyuşmuyor. Bu sebeple diğer zeka kuramlarına göre yeni sayılan bir kuram olarak duygusal zeka kavramı ortaya atıldı. Geçerlik ve güvenirliğini tartışan bilim insanlarının atışmalarını bir kenara bırakırsak duygusal zeka kavramını anlamak ve anlatmak bu içeriğin tamamlayıcısı olacaktır. Kısa bir tanımla başlayalım. Özetle duygusal zeka kendini anlayabilmenin yanında başkalarının ne hissettiğine dair çıkarım yapabilme, empati kurabilme ve yaşadığı duyguları yöneterek hayatına karşı daha geniş bakış açısı ile bakabilmeyi içerir. 

Bütün bu bahsettiklerimi kullanmaya çalışmak ve geliştirmek hayatınızda yaşadığınız birçok soruna kendiliğinden çözüm sunabilir. 

Yine Duygusal Zeka kitabından bir örnek vermek istiyorum. Ağır suçlarla yargılanan bir grup mahkuma işledikleri suçlarla alakalı kurbanların ağladığını ve hayatlarının geri kalanında yaşadıkları zorlukları anlattıkları duygu yükü içeren videolar izletilmiş ve mahkumlardan bu konu hakkında kurbanların yaşadıkları zorlukları yazmaları istenmiş, daha sonra mahkumlar kurban rolüne girerek sanki kendilerinin başından geçmiş gibi bu olaylar üzerine ne hissettikleri sorulmuş. Bu empati ve duygu bazlı çalışmalar neticesinde tahliye olan mahkumların tekrar suç işleme yüzdeleri diğerlerine göre yüzde 50 azalmıştır. Bu etkililik umut verici olsa da patolojik olarak psikopat tanılı kimseler için bu ıslah çalışmaları pek etkin sonuç vermemekte. Bunun sebebine gelecek olursak, nörolojik temelli çalışmalar bize daha iyi çıkarım yapmamızı sağlıyor. Psikopat ve normal insanlar üzerinde yapılan bir laboratuvar çalışmasında, çeşitli kelimelerin olduğu sayfalar gösterilmiş ve tepki boyutları incelenmiştir. Ölüm ve sandalye kelimeleri ayrı ayrı gösterildiğinde normal grup sandalye kelimesini gördüğünde nötr bir tepki oluşurken, ölüm kelimesini gördüğünde anlamlı derecede farklı tepki verir. Psikopat olarak incelenen kişilerin olduğu grupta ise katılımcılar hem sandalyeye hem de ölüm kelimesine aynı tepkiyi verir: Nötr tepki. Onlar için bu iki kavram herhangi bir uyarılma barındırmamaktadır. Nörolojik temelli bir diğer çalışmada ise korkuya dair hareketlenmenin pek olmadığıdır. Duygular için önemli olan beynin limbik bölgesi ile diğer bölgeler arasındaki bağlantılar pek sağlıklı değil.  Bu kişiler empatiye dair bir duygu hissedememekle beraber kurban ile bir bağ kuramaz ve başına gelecek olan yakalanma – cezalandırılma gibi yaptırımlara karşı da korku tepkisi geliştirmez. Yine de alandaki duygu çalışmaları hız kesmeden devam etmekte.

Bu bölümde sizlere genel olarak duygulardan, negatif yanlılık ile kaçırdığımız olumlu duyguların etkisinden, duygusal zekadan ve Spinoza’nın akıl ve duygular hakkındaki fikirlerinden çok kısa bahsettim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın. 

Videoda bahsettiğim PANAS testine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

https://www.authentichappiness.sas.upenn.edu/testcenter

Mutluluk hakkında daha fazla okuma yapma için buraya tıklayabilirsiniz.

Yararlandığım Kaynaklar

Carr, A. (2016). Pozitif Psikoloji. (Ü. Şendilek, Çev.) İstanbul: Kaknüs.

Goleman, D. (2011). Duygusal Zeka Neden IQ’dan Daha Önemlidir? (B. S. Yüksel, Çev.) İstanbul: Varlık.

Seligman, M. S., Peterson, C., Steen, T., & Park, N. (2005). Positive Psychology Progress: Empirical Validation of Intervention. American Psychologist, 410.

Spinoza. (2016). Ethica. (Ç. Dürüşken, Çev.) İstanbul: Alfa.

Önerilen Yazılar

Leave A Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *